14 Ağustos 2016 Pazar

Sentetik Peruk Boyama DIY



 Kısa bir DIY (Kendin Yap) paylaşımıyla karşınızdayım. Bir şekilde elimde bulunmayan renkte ve şekilde olan peruğa ihtiyaç duydum bir süre önce. Almak daha basit bir
 yöntem tabii, ama yeni bir şeyler denemek istediğimden kendim boyadım. İşlem esnasında bana yardım eden Tsuriko'ya da çok teşekkür ediyorum. <3 
Bir de not düşeyim: Ben kendime göre basit gelen yöntemi seçtim, mürekkeble yapılan vs bir sürü yol da var. İşlemden sonra doğal olarak peruğum sertleşti, benim için bir sakıncası yoktu o yüzden umursamadım ama siz umursayabilirsiniz, yazayım dedim.

  • Malzemeler

  • Ufak bir leğen ya da kova.
  • İstenilen renkle akrilik boya
  • Kullanılmamış bulaşık süngeri.
  • Temizlik için eldivenler ve eskimiş giysi.
  • Etrafı temiz tutmak için gazeteler.

İlk adım adımım peruğumu kesmek oldu benim. Bel hizasında olan peruğumu omuzlara kadar kestim


Tercih ettiğim peruğum beyazdı ve az saçlıydı.
İkinci notu da düşeyim: Peruğun açık renkli olması islemden sonra benim yanlış renk boya seçimimden kaynaklanıyor, yani gidip daha koyu rengi aldım sonradan. Fotoğraflamadım çünkü işlem aynıydı.

İkinci adımın leğene elimi geçecek kadar su koyup boyanın çeyreğini sıkmak oldu. Sonra da eldivenli elimle dağıtıp peruğu içine yatırdım (aslında Tsuriko yatırdı ehe)

Üçüncü adım leğenin içinde peruğun suyunu sıktık. Fazlalıkları akıttık.
,

Dördüncü adım, peruğun tepelerine süngerle *pıt pıt* yaparak uçlarıyla rengi eşitledim, peruğu kuruyacağı bir yere astım/koydum.
Siz böyle karıştırmayın olur mu ^_^' Bilmeden baya karıştırdık
Kuruduktan sonra istediğimiz renkten açık olduğu fark ettik. Gidip daha koyu rengini aldık boyanın ve aynı işlemleri baştan uyguladık. Zaman kaybıydı...
.
   Beşinci adım, gece peruğu mandallarla astım ve yere gazete koydum. Damlalar yeri boyamasın diye. Ertesi gün peruğum kurumuş ve baya sertleşmişti. 

Açması zordu...
Altıncı adım ilk geniş sonra ince uçlu tarakla peruğu açmak ve düğümlenmiş yerlerini kesmek oldu.
Yedinci adım, peruğa asıl şeklini vermekti. İşte burda zorlandığım kısım başlıyor. İşi etkinliğin olacağı sabaha bıraktım... Arkadaşımın evinde istediğin tek kullanımlık tıraş jiletlerinden yoktu ve bu beni baya zorladı. İyi şekil veremedim.. 
Yaklaşık böyle bir şey yapmaya çalıştım ama...
Sonuç olarak ortadaki cosplayerın kafasına takdığı peruğa döndü. Fena değil ama istediğim şekilde de olmadı.
Sol baştan Usagikun, Stevendie Cosplay, Ameonna Cosplay(ben)
  Okuduğunuz için teşekkür ederim! Umarım biraz da olsa yardımcı olabilmişimdir. Yazımda bahsettiğim kişilerin ve kendimin sosyal medya hesaplarını aşağıda paylaşıyorum~

 Benim hesaplarım:






                                                         

11 Nisan 2016 Pazartesi

Son zamanlarda okuduklarım

Tekrardan merhaba. Nasılsınız?
Ben pek iyi değilim, hatta bir nevi iyi hissetmek için yazıyorum bu yazımı.
Yüksek Öğretime Geçiş sınavına birkaç gün kala aklıma blogum geldi. Uzun zamandır kitaplar hakkında yazı yazmadığmdan ipucu vermemek konusunda zorlanacağım gibi, eksik bilgileri mazur görünüz.
 İyi okumalar...
NOT: Bir çok nedenden dolayı, yazıyı haftalarca ileriye attım... 

Arka kapağında ne yazdığını buraya aktarmayı düşünmüyorum, o nedenle kendi düşüncelerimi yazacağım.
Öncelikle bu kitap Jack London'un San Quentin hapishanesinde yatan Ed Morrell adlı arkadaşından esinlenmesiyle yazılmıştır. Gerçeklerden yola çıkarak kurgulanmıştır. Bir akademisyen olan Darrel Standing 'in meslektaşını kızıl öfkeye yenik düşüp öldürmesiyle hapishaneye atılmasından başlar. Kısaca bahsedecek olursak Darrel Standing -anladığım kadarıyla- rearkarde olan biri ve küçüklüğünden beri başka hayatlarını hatırlıyor. İnsanlar buna gerçekten inanmıyorlar ve bir rahip(veya papaz, hatırlamıyorum tam olarak) onunla ciddi anlamda dalga bile geçiyor. 
Bir takım olaylar dizisinin sonunda kendisini hapishanede buluyor ve asıl olay burada patlak veriyor. Bir korkağın Standing'e patlayıcılar hakkında iftira atmasıyla deli gömleği ve ölümcül cezası başlıyor. 
Olmayan bir patlayıcının yerini söyleyemediği için cezalıydı, eğer olmayan patlayıcının yerini söyler ise de olmayan patlayıcıyı bulamayacaklar ve cezası devam edecekti. İşte böyle saçma bir durumun içindeydi.
Bu olaylar olurken Edd Morrell kahramanımıza bir numara öğretiyor. Rüyalarda gezinmek, deli gömleğinin içindeyken de özgür olmak.

Bu roman ciddi anlamda eleştiri içeriyor. Hayatın saçmalığı insanların kötü özelliklerinin çoğunu konu ediniyor ve kensinlikle okunması gereken, bilindik bir tabirle ufuk açan bir kitap. 


Bahsedilecek pek bir şey yok aslında bu kitap hakkında. Daha doğrusu roman sayılmayacağından kısa keseceğim.Meryem Ana gerçekten Efes'e geldi mi vs gibi konulara değiniyor.


Aynı yazarın EJDER KIZ ve YÜKSELEN DÜNYANIN SAVAŞLARI serisini de okuduğumdan az çok tarzını biliyordum. En sevdiğim serisi ve yaşıma daha çok hitap ettiğini düşündüğüm Yükselen Dünya Savaşlarıydı fakat bu seri de hoşuma gitti. Bizimkinden farklı, ama benzer haksızlıklarla dolu bir evdende geçiyor olaylar. Zengin bir ailenin kızı olan Talitha ve bir tür köle ırkına(!) ait yoldaşıyla maceraya atılır. Aslında spoiler vermeden nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Fantastik okumayı sevenler bu kitabı da seveceklerdir diye düşünüyorum.



Bu seri hakkında ayrıca yazı yazacağım. Şimdilik internette de bulabileceğiniz şeyleri yazıyorum. Ana kahramanımız Çevik Atmaca Ged'in etrafında şekillense de her kitabın zamanı ve farklı karakterleri var. 
Kısaca İlk kitap büyümeyi, ikincisi cinselliği, üçüncüsü de ölümü temsil eder.
Ayrıca açıklayacağımdan burada kesiyorum. 


*okumaktayım*

Bir kaç tane kısa hikayeden oluşan bir kitap. Kadınsız erkeklerden bahsediyor. Cidden.
Çeşitli ilişkileri konu alan farklı farklı hikayeleri barındıran bu kitapta en beğendiğim öykü Kino.
Baş kahramanının ismini almış hikaye. Karısını kendisini aldatırken yakalayıp soğuk davranan, vicdanı ve duygularıyla yüzleşemeyen sakin iyi yürekli bir adam hakkında. Cidden sonunda göz yaşlarımı tutamamıştım.
Diğer öyküleri de en az Kino kadar güzel olsa da bende en çok etkiyi bırakan odur.

Tao'yu sadece felsefe dersinden bilen ben neden bu kitabı aldım hatırlamıyor. Fakat Tao'yu sevmeye başlayan ben bu kitabı okuduğu için çok mutlu. Sadece başındaki alıntıyı aktaracağım buraya.

"Hristiyan, ateisti Tanrı'nın varlığına, ateist de Hristiyan'ı Tanrı inancının gerçek sosyal gelişmeye büyük bir zarar veren çocukca ve ilkel bir batıl inanç olduğuna ne uğruna olursa olsun ikna etmek zorundadır. Bu yüzden de birbirleriyle savaşıyor, delicesine uğraşıyor, birbirlerine fırtınalar estiriyorlar. Bu esnada Taocu bilge. bir dere kenarında, belki elinde bir şiir kitabı, belki de bir şarap kadehi ve boyama takımlarıyla Tao'nun var olup olmadığına dair kaygılardan uzak, memnuniyetle oturuyor. Tao'yu doğrulamak gibi bir ihtiyacı yok; onun tadına varmakla fazlasıyle meşgul!"

Ciddi anlamda düşüncelerimi değiştiren topluma karşı olan negatif enerjimi bambaşka şeylere dönüştüren bir kitap oldu. Ön yargıları bırakıp okumak gerek.

Bu kitap hakkında da ayrıca yazcağım ama kısaca;Rüyasında ne görürse gerçek olan bir adam psikiyatriste gider ve dünyayı değiştirmeye başlarlar.Yeni bir dünya yaratabilecek olsaydık bile bunu yapmalı mıyız? Yeni bir dünya yaratılmalı mı? Kendi doğrularımız ne kadar doğru?Açıkcası burada taoyu gördüm yeniden. Yazımda görüşmek üzere...


Feminist ve Taocu bir yazar olan Ursula K. Le Guin yine harikalar yazmış bu romanında. Latium Kralının kızı Lavinia hakkındadır. Roma'nın kurulmasıyla ilgili olan destanlarda bir sesinin olmadığını düşünen Le Guin ona ses vermiş, iyi ki de vermiş. 
Savaşları, ataerkil toplumları eleştiriyor yine. Toplumu toplum yapan şeylerden bahsediyor, insanın neden insan olduğunu sorguluyor, veya ben fazla etkilenip şuan bunları uyduruyorum. 
 Aslında çok güldüğüm, hak vererek güldüğüm bir kısım vardı, fakat kitap okurken cümlelerin altını çizmek, veya bir yerlere not etmek gibi bir alışkanlığım yok o nedenden bulamadım şimdi o kısmı. Şöyle bir şeydi; erkeklerin kılıçlarını sallamaktan ve önüne gelene saplamaktan hoşlandıkları hakkında. Heh.
Le Guin'in erkeklerin savaş ve kahramanlık hakkındaki yerici cümlelerini içeren bir kaç cümleyi de yazayım buraya:
"... Savaş olmazsa kahramanlar da olmaz. Bunun ne zararı olurdu ki?
Ah Lavinia,tam kadınlara layık bir soru."
Son bir kaç kitabım bu hanım yazarındı ve pişman değilim. Öyle güzel, zekice eleştiriyor ki okurken arada kafamı salladığımı, kıkırdadığımı fark ediyorum. 

Okuduğunuz için teşekkür ederim.


5 Ocak 2016 Salı

Son zamanlarda dinlediklerim

Malesef yazısız bir güncelle karşınızdayım...


En yakın zamanda görüşmek üzere...

18 Ekim 2015 Pazar

Karmakarışık güncel

   Merhabalar? Nasılsınız?
Hayatımdaki bir değişiklikten bahsedeceğim biraz.
 Özel bilmem ne temel liseleri midir nedir dershaneciliğin yeni tarzı? İşte ani bir dürtüyle oraya yazıldım. Yanlış anlaşılma olmasın, benim değil babamın dürtüsüyle. Benden pek bir şey beklemediği halde ne oldu da yazdırmaya karar verdi bilemiyorum. Tabii ben onlarda yaklaşık 3 hafta geç başlamış oldum. Türkçe gibi derslerimde pek sorun yok ama, matematiğim ciddi anlamda ortaokul 7 den falan kalma olduğundan hiç bir şey anlamıyorum. Umarım paramız boşa gitmez.

Yeni bir kitap daha aldım bir kaç gün önce.

  Rick Riordan'dan Magnus Chase ve Asgard tanrıları!

   
Ne yalan söyleyeyim, çıktığı gün koşa koşa gittim almaya.
Konusu Magnus Chase adlı bir evsizin ölmesi ve bir tür  İskandinav cennetinde uyanmasıyla başlıyor. Percy Jackson ve Olimposluları okurken Yunan mitolojisine ilgim olduğundan pat diye anlamış dakika başı internetten araştırmamıştım. Yani çok akıcıydı benim için.
Fakat İskandinav mitolojisi hakkında bilgim o kadar az ki okurken anlamadım çoğu şeyi burada. Aslında Rick amcamız açıklıyor kimin kim olduğunu ama ben ayrıntıya inmeyi sevdiğimden yeterli gelmiyordu benim için. Ayrıca 100 sayfa falan okumaya ancak vaktim oldu ancak serinin bağımsız olmasına rağmen Pjo'dan karakterler içerdiğini de söylemeliyim. Umarım yakın zamanda bitiririm. Çünkü her şeye rağmen çok hoşuma gitti bu kitap! 

 Böylelikle İskandinav mitolojisine de illgim başlamış oldum. Hayırlısı.
Neyse.
Bloguma neden geç yazı eklediğime geleyim. 
Cidden okulda sınıfımdakilerden çok geriyim. Geldiğim bir kaç gün boyunca onlara yetişmek için o kadar uğraştım ki oturduğum yerde popo kası yaptım. İnternette harcadığım vakit de 10/1'e düştü birden bire. Bu durumun garip tarafı, yokluğunu hissetmeye de vaktim olmadı internetin.
Umarım benden bir halt (!) olur da şu bir kaç ayın sonunda, kendimi kesmeden kurtulurum bu işten de..
Meslek seçimi ve okullar hakkındaki yazımı hatırlayanınız varsa, tek tip öğretim ve düşünce yapısından ne kadar nefret ettiğimi bilirsiniz. Okula geldiğim ilk gün Mat2 hocamla aramda geçen diyoloğu özetleyeyim.
- Yağmur sen neden çözmüyorsun?
+ Hocam ehüm. Ben biraz geriyim de sizden, şuanlık sadece yazıp dinleyebiliyorum.
- Ne demek geriyim?
+Yani işte 9.sınıfta işledim en son mat bla bla ben sözeldim.
- Niye geldin buraya? * sözümü böler* hayır anlamıyorum hiç mi düşünmediniz matematik her şeydir her yerde karşına çıkar? Yani sbsde görmedin mi ona göre neden ön görülü olamadın bla bla.
+ Tamam.
İşte bu yani. Ne biçim bir kafa yaşıyorlar bilmiyorum. Bazenleri çoğu insanların kafataslarında beyin olduğunu değil, biri tarafından bok doldurulduğunu düşünüyorum.
Matematik her şeymiş. Tabii. 
Hayır coğrafya vs sevdiğim halde onun için bile her şey olduğunu düşünmek saçma geliyor. Hiçbir şey herşey değildir ki. Nasıl böyle kafa yaşıyorsunuz anlamıyorum. 
Hayır bu ne biçim bir saygısızlıkdır. Ne alaka yani. Niye? Bu sözü söyleyerek hem diğer branşlardaki öğretmenlere hem de öğrencilere kocaman bir saygısızlık yapıyorlar farkında değiller. 
Öğretim sistemi devlet başındakilerden dolayı böylö öştö demeyeceğim. Bir 20 yıl boyunca da değişime girmez bu kafalar. Kurtuluş yolu açık ama can alıcı, o da yemiyor. 
O nedenle bu okulda  vaktimi derslerle boğuşuyorum. 14 saatim anlamsızca akıp gidiyor hayatımdan.
Hayırlısı...


30 Eylül 2015 Çarşamba

Kırık kalp

Anılarım.

Bu yazımda hiç bir halta yaramayan ve yaramayacak olan bir kaç anımdan bahsedeceğim. Bir de fark ettim ki güncelimi yanlışlıkla boş olarak paylaşmışım.

Küçük değildim çok fazla. Hala yaşın nasıl hesaplandığını bilmeyen bir aptal olduğumdan 13-14 diyebilirim sanırım. 
Annem ölmüştü. Çok da zavallıca öldü kendisi. Anladığım kadarıyla hiç bir düzgün anısı yok. 
Küçüklüğünden itibaren bence bok gibi olan bir hayat yaşadı. Bok gibi anıları var evet. Bu yazımda bok kelimesini aynı Şirinlerde "şirin" dedikleri gibi kullanacağım.İstediğiniz şekilde doldurun, ben bok diyeceğim. Her neyse. Bir gün hastaneden eve geldi.
Ne bokuna hasta olduğunu da bilmiyorum. Ama her bir bokunu aramışlardı. Test yapmadıkları yer kalmamıştı vücudunda. İşte gelmişti eve. Sarılmamıştım girdiğinde. Neden emin değilim. Sanırım babam bırakalım da bir içeri geçsin diye darlamıştı bizi. İşte konuşmuştuk biraz. Yattım sonra.
  Sabah çığlık sesleriyle kalktım. Bağrışıyorlardı, koştum mutfağa. Kafası masadaydı. Kaldırdı teyzem, dudakları morarmış, bir şeyler akıyordu ağzından. 
Ne bok olduğunu anlamamıştım ama altıma sıçacaktım sanırım. Yere yatırdık. Teyzem bağırıyordu uyansın vs. Kardeşim de bir köşede kendinden geçmişti sanırım, hatırlamıyorum. Bir süre geçti biz uyandırmaya çalıştık. Kardeşim çağırmış olacak ki ev kadınlarından oluşan bir topluluk evimize girdi. Onların da ağzına sıçayım. Hiç bir halta yaramayan cahiller. Teyzemin bahanesi vardır hadi. Kardeşim 9-10 yaşında ben de bahsettim yaşımdan. Bu bok kafalılar hiç bir yardım etmedi sadece baktılar. 
 Eğildim annemin yanına, kalbine bakmak istedim. Ama tiksindim. Dokunamadım. Neden bilmiyorum. Vücuduma şırıngayla dehşet vermişler gibiydi. Sonunda elledim. Bakmasını da bilmiyorum. Ama sertleşmişti vucudu. Bir şekilde 112yi aradım. Bir yandan da camdan bakıyorum sanki uçacaklar ben de salak. İlk meşgul çaldı ya da ona benzer bir şey oldu. Korktum yeniden. Hani bazı insanların  kafataslarının içinde beyin olmaz ya, bok olur. Onlar 112yi falan arar akıllarında işletirler. Kesin öyle bir salak olduğumu sanacaklar diye korkarak aradım yeniden. İnanmayacaklar şaka yapıyorum sanıyorlar diye. İnandılar neyse ki. Bir şekilde anlattım durumu, ölümü sağmı bilmiyoruz, şöyle böyle. 15 dkda geldiler sanırım. Hm. Şimdi düşününce o kadar da geç bir saat değil. Ama o zaman sanmıştım ki 2 saat geciktiler. 
 Sağlık ekibi geldiğinde, hiç biri bizi arka odalara atmayı akıl edemedi. Neden şaşırıyorsam. Doktorlar gözümün önünde canlandı yeniden. Elbisesini yırttılar, masaj yapmaya başladılar. Bir şekilde kalbi çalıştı, öksürük sesi gibi bir şey geldi. Uzun bir süre rüyalarımın arka müziği olmuştur kendisi. 
 Bir hafta sonra da öldü. 
Belki kafamdan attığımı ya da hayal ettiğimi sanacaksınız, ben de bilmiyorum. Bir arkadaşımın evinde kalmaya gidecektik. Düşünüyordum da, neden diye. Kapıdan girerken hissettim. Gözlerim doldu. Kalbim öyle acıdı ki, anlatırken bile tekrar yaşıyorum. Her zamanki gibi uyuduk oyalandıktan sonra. Ertesi gün erkenden kalktım ve salonlarında oturdum, bekledim. Babamların gelmesini.
Geldiler...
Eve gittik.
Tabut yatak odalarındaydı. 
Çirkin ah ki ne çirkin bir kabuk gördüm kutuda. Kızıl saçları ile beyaz tenin tezatlığı. Şişmiş bir surat.
.
.
.
.
.
.
AH O KADAR İĞRENÇ Kİ. 
Tiksinç! 
Kimdi o? Annem mi?
Ruhu nerede?
ANNEM NEREDE?
Nerede?


9 Eylül 2015 Çarşamba

DEĞİŞİM

                                              Herkese merhabalar! Nasılsınız?
       Kısacık bir yazıyla karşınızdayım. Ani bir istekle blogumun ismini değiştirmeye karar verdim. Benim için iyiydi hoştu fakat insanlara ismini söylerken utanıyordum. Böylelikle esprili başlığım son buldu ve yeni bir isim ile devam etme yoluna girdim.
     Bu defa ismim yazılarıma daha çok uyacak gibi.
   Ayrıca söz verdiğim halde isteksizliğimden dolayı bir türlü yayınlayamadığım Veronika Ölmek istiyor"un yorumunu okullar açılmadan önce yayınlayacakmışım gibi görünüyor.
    Neden mi?
  Son zamanlarda ruh halime uygun da ondan. Son bir kaç aydır neşeliydim, keyfim oldukça yerindeydi, şöyle ki sosyal hayatım renklenmişti. Şimdi ise okulun başlamasına cidden küçüçük bir zaman dilimi kaldığını tekrardan hatırladım. Stres dolu bir dönem beni bekliyor. Üniversite sınavına hazırlanmak için gerçekten büyük bir enerji harcayacağım, harcamam gerek. Aklımda haksızlıklar hakkında büyük bir yazı olsa da, yazımın kısa olacağı hakkında başlamıştım bu paylaşıma, yani bu haftalık o ağır düşüncelerim bende kalacaklar.
                    Ayrıca facebookda bir sayfa kurdum, bloğumun ismiyle aynı. Buraya ayırdığım zamanı en başa dönerek, kitaplar ve düşüncelerim olarak sınırlandırma kararı alıyorum. Her yazımın başında diktiğim kostumler, yaptığım resimler vs ile ilgili ufak bir bilgi verip link paylaşacağım.
   Bloğumun ismini açıklayayım
 Ame'nin anlamı, Şeker veya Yağmur anlamına geliyor. Buraya Kanji koyup açıklayacak kadar bilmiyorum gerçi. Unutmadan, Japonca.
Onna ise, Kadın anlamında.
Bir de bir efsanesi var bu kadının. Kendisi bir ruhtur, ayrıca yanlış bilmiyorsam Çin'in bir bölgesinde de Tanrıça sayılır. Dikilip elini yalarken temsili resimleri vardır genelde.  Eğer yolda vs ona rastlarsanız önemli günler öncesi, şanssızlık getirdiği gibi bir hurafe de varmış emin değilim ama neyse. Kaynak bırakayım. Yağmur getiren bir ruhtur kısacası.
Unutmadan;
     Yazılarımdan hoşlanıyorsanız bloğumu paylaşır mısınız?
 İyi haftalar!


Facebook sayfamAMEONNACOSPLAY
Instagram: Meganenet
Askfm: Meganenet
Twitter: Amecatnyan



16 Ağustos 2015 Pazar

Sensee'nin etkinliği sonrasında

 Merhabalar!
Önceki güncellerimden birinde asa yapmıştım hatırlarsanız, Aslında o asanın devamı olarak kostum de yapmam gerekiyordu ama, yapmadım ihihi.
  Sonuç olarak kardeşimi de kafaya alıp Anadolu yakasının teeee uzak bir cehenneminden kaltık Beşiktaşın yolunu tuttuk. Anadolu yakasındaki yolculuğumuz dolmuş sağolsun konforluydu ama vapurdan sonrası Avrupa yakasında işler kötüleşti...
   Kendimizden emin yürürken - her simitçiye yol sorduk- duvar boyunca yürüyün lafını kelimenin tam anlamıyla gerçekleştirip kumpirciler takıcılar vs orada bulduk kendimizi bir yarım saatin sonunda. Yetmedi geri döndük 15 dakika. Parkın yokuşunu çıkarken güçten düşüp oturduk parkın köpekleriyle ağaçların gölgesi altında. Ama yılmadım! Zaten ıslanmış mıydım terden? Olsundu! Aldım silahımı elime ilerledim güllerin orda düşsem bile. Sonrasında polisin(?) peşine takıldım kayboldum diye. Öyle vardım etkinlik alanına. Doldurdum suyumu ve içimden gelen pis utançla kalakaldım.
 Oysa her şey iyiydi? Medeni cesaretimle çıkmıştım yollara! Niye burada duracaktım ki? Tabii öyle olmadı. Bir şekilde sürünerek kardeşim de yanıma ulaşınca insanlarla kaynaştık.
   İşte arada böyle oluyor bana. Hevesle ortamlara gidip " Ayh ben kimseyi tanımıyorm ki nepcem?" diye düşünüyorum. Sonradan o sesi boğsam bile başlarda kendini duyuruyor bana. Bir kaç insanla tanıştım ve beni güldüren bir diyaloğu sizinle paylaşacağım.
 Ben: * Elimi uzatıp* Merhaba! Ben Yağmur! Sizi Gfa da görmüştüm bla bla costümlüydünüz tanışmak istedim ^_^
Birinci Kişi(E) : Koniçiva
Ben: Ehihehaha
BK(E): Niye güldün ki şimdi?
Ben* Ufuktan kaçarken*
BK(E) Ve İkinci Kişi (K)* taklit ederler kaçışımı*
(..)
BK(E): Aslında duyurmuştum internet
doğum günüm yakın hediye getirin diye ama...
Ben* su silahımı uzatırım* *güleriz*
 Karışık oldu farkındayım ama etkinlikteki nedense en güldüğüm andı :D
Onun haricinde su savaşı falan yaptık. Zevkliydi!
 Etkinlik sonrasında beraber yemek yedik bir grupla ve ani ayrılış...
Yemekten **



















  İlk defa Sensee'nin etkinliğinde bulunuyordum ve çok hoşuma gitti ortam. Çirkinliğimi ortaya seren bir kaç fotoğraf bile gözüme çok batmadı.
   Teşekkürler Sensee böyle etkinlikler oluşturup bize eğlence ve aynı hobiyi paylaştığımız insanlarla buluşma imkanı verdiğin için!
by Hatice Karakan

by Hatice Karakan

Su savaşı! by Hatice Karakan


Deniz kızımız da vardı elbet!
by Hasan Sertcan
 Sensee Cosplay Facebook